31 Aralık 2009 Perşembe

BURUŞUK GÖMLEĞİN HİKÂYESİ , buruşuk gömlek hikayesi

BURUŞUK GÖMLEĞİN HİKÂYESİ


Türkiye’ye seminer vermek üzere Almanya’dan gelen danışman Avrupa Patent Vekili Mr. Karl Rackette Türk buluşçunun ilginç bir hikâyesini anlatır.
Buluşun kahramanı Almanya’ya çalışmak için giden Yücel Yamaç isimli bir jeoloji mühendisidir. Uzun zaman iş bulamaz. Hayat şartları ağırdır ve cebindeki para günden güne azalmaktadır. Parasının bittiği son günde bir iş görüşmesine gidecektir. İş görüşmesinde karşısındaki insanı etkilemek için kıyafetinin düzgün olması gerektiğini bilmektedir. Fakat kaldığı otel odasında ütü bulunmadığının ve gömleğinin temiz ama ütüsüz olduğunun farkına varır. İş görüşmesine az bir zaman kalmıştır ve çıkış yolları aramaktadır. Hemen hızlı bir çözüm üretmek zorunda olan Yücel, bir demir levha ile gömleğini ütülemeyi düşünür. Demir parçası soğuk olduğundan gömleği ütüleme konusunda işe yaramamaktadır. Demiri ısıtması gerektiğini düşünen Yücel, bulduğu demir parçasına odada bulunan saç kurutma makinesini bağlamayı, demiri onunla ısıtmayı düşünür ve öyle de yapar. Sonuç oldukça tatmin edicidir ve gömlek ütülenmiştir.
İş görüşmesine gider ve işin kendisi için taşıdığı önemi ve durumunu anlatır. Konuşma sırasında “buruşuk gömlek” hikâyesini de firma yetkililerine aktarır. Firma Yücel’i işe alır ama yaptığı buluşla daha çok ilgilenir. Yücel’e bu yaptığı buluşa patent almayı, patenti de kendilerine satmasını önerir. Buluşu tescil ettiren (patent alan) firma nakit sıkışıklığı içinde olduğundan bir bankaya kredi için müracaat eder ve patenti teminat olarak göstermeyi teklif eder. Patent önemli bir değer olduğu için banka patenti teminat olarak kabul eder. Sonrasında firma borcunu ödeyemediği için patent bankaya kalır. Banka bir süre sonra patenti satışa çıkarır. Patenti büyük bir ütü ve küçük ev eşyası üreticisi bir şirket satın alır. Böylece demiri sıcak hava ile ısıtma tekniği ütünün

bulunmadığı, pratik bir çözüm bulmanın zorunlu olduğu her yerde kullanılmaya başlanmıştır. Saç kurutma makinesinin yanında eşantiyon olarak bu ürünü veren firma satışlarını dünya çapında %50 artırmıştır.
Yaşanmış bu hikâye buluşun genellikle acil ve önemli bir ihtiyaçtan çıktığını, buluşların basit ama etkili çözüm üretmek olduğunu açıkça ortaya koyar. Buluşlar zannedildiği gibi her zaman uzun ve pahalı araştırmalar sonucu ortaya çıkmaz. Acil bir ihtiyaç hisseden yaratıcı her insanın bulunduğu yerde buluş yapma potansiyeli mevcuttur.

21 Aralık 2009 Pazartesi

İSTİKLÂL MARŞI’NIN İNCELEMESİ (TAHLİLİ)

İstiklâl Marşı, Cumhuriyet’in İlânı’ndan önce 1921’de yazılmış olmakla beraber, Cumhuriyet’i müjdeler ve millî marş olarak kabul edildikten sonra, hemen her gün tekrarlandığı için Atatürk ile beraber Cumhuriyet devrinin sembolü olur. Bu devirden sonra yetişen bütün nesillerin daha ziyâde merasim dolayısıyla kendine has bestesi ile söyledikleri bu marş, şiir olarak da üzerinde durulmaya değer.

İstiklâl Marşı’nı değerlendirirken, yazıldığı devri göz önünde bulundurmak lâzımdır. Şiiri söyleyen Mehmet Âkif olmakla beraber, aslında o, kendi beni ile birleştirdiği Türk milletinin duygu ve inancını dile getirir.

Şiirin birinci dörtlüğünde söz konusu olan; “al sancak”tır. Al sancak, Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi, şairde alev intibaı uyandırmıştır. Bu alev “sönmez”dir. Zira onun çıktığı kaynak her Türk ailesinin evinde yanan “ocak”tır. Yurdun üstünde tüten “en son ocak” kaldıkça, bu bayrağın alevi, bu şafaklarda dalgalanacaktır.
Türk bayrağında dikkati çeken ikinci sembol; “yıldız”dır. Birinci dörtlüğün üçüncü mısrasında şair, bu yıldız ile gökteki yıldızı birleştirir. Gökteki yıldıza kimsenin eli dokunamayacağı gibi, “Türk milletinin yıldızı” olan al bayrağın yıldızına da kimse el süremez.
I. KITA:
SÖZ SANATLARI
Ocağın tütmesi à yaşam belirtisi ( MECAZ)
Ocağın sönmesi à yaşamın tükenmesi (MECAZ)
Sönmek à yok olmak (MECAZ)
Yüzmek à dalgalanmak ( MECAZ)
Bayrak, yıldıza benzetilmiş ( BENZETME / TEŞBİH)
Sancak-ocak- yurt – millet //şafak, yıldız, parlamak sönmekà TENASÜP
Ocak à aile (MECAZ)
Yıldızà herkesin bir yıldızı vardır inancı (HATIRLATMA / TELMİH)
O benim… / O benimdir o benim … (TEKRİR)

İkinci dörtlükte, Türk bayrağının üçüncü sembolü olan “hilâl”den hareket edilmiştir. “Hilâl” Eski Türk Edebiyatı’nda sevgiliye benzetilir. Türk bayrağındaki “ay”, kendisini sevenlerden fedâkârlık beklediği için, kaşlarını çatmıştır. Eski Türk Edebiyatı’nda sevgilinin kaşı, genellikle “ay”a benzetilir. Şâir, burada vatanın simgesi olan hilâle (sevgiliye) gülmesi için yalvarır. Bu millet, onun uğruna on binlerce şehit vermiştir.



II. KITA:
SÖZ SANATLARI
Hilâl à bayrak ( ad aktarması / parça-bütün ilişkisi)
Bayrak à öfkeli bir insana benzetilmiş (kişileştirme)
Hak: 1) Adalet , doğruluk 2) Allah (tevriye)
Hilâl, ırk, istiklâl, millet à TENASÜP
Çehre, çatma, gül, şiddet, celâl à TENASÜP
Hakkıdır Hakk’a tapan à cinas
Üçüncü dörtlükte, “hürriyet” kavramı söz konusudur. Burada şair, “ben” kelimesini kullanmakla beraber, anlatılmak istenen, “Türk milleti”dir. Şair, burada Türk milletini konuşturmaktadır.
SÖZ SANATLARI
Düşmanlarà çılgına benzetilmiş. ( AÇIK İSTİARE)
Zincir vurmak à esir etmek (MECAZ)
Millet à kükremiş sele benzetilmiş (BENZETME)
Bend à engel (MECAZ)
Yırtarım dağları – enginlere sığmam (ABARTMA)
Yırtarım dağları (Ergenekon Destanı) HATIRLATMA
Dağ, engin, bend, sel…. (TENASÜP)

Dördüncü dörtlükte, Türk milleti ile düşmanlar karşılaştırılmaktadır. Garb (Batı) maddî silahların üstünlüğüne güvenerek, yurdumuza saldırmıştır. Düşmanların bu maddî üstünlüğüne karşı, Türkler’in hiçbir şey ile sarsılmayan imanları vardır. “Ulusun” kelimesiyle; “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar, bırak varsın ulusun, onda artık korkulacak bir taraf kalmamıştır.” demek istemiştir.
SÖZ SANATLARI
Garbın âfâkıà Batı ülkelerinin sınırları (mecaz)
Çelik zırhlı duvar à teknolojik güç, silahlar à açık istiare
Ulusun : 1) yücesin 2) bağırsın ( tevriye)
Medeniyetà canavar ( benzetme)
Sınırlar à iman dolu göğüs ( benzetme)
Beşinci dörtlükte, düşmanla çarpışan askere hitap ediliyor. Bu parçada geleceğe büyük bir inançla bakılmaktadır.
SÖZ SANATLARI
Hayasızca akın àdüşmanların saldırısı( açık istiare)
Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın à Kur’an ( Hatırlatma)
Akın, siper, yurt, gövde à tenasüp
Altıncı dörtlükte, “vatan” söz konusudur. Bu vatan, binlerce şehit verilerek kazanılmış ve korunmuştur. Bundan dolayı ona bakarken toprağı değil, ona gömülü olan şehitleri görmelidir. Dünyada hiçbir şey, vatan kadar kutsal ve değerli değildir.
Şair bu kıtada Türk ulusundan tarihini öğrenmesini vatanını sevmesini ve ona sahip çıkmasını istiyor.
SÖZ SANATLARI
Vatan à cennet (benzetme)
Toprak, vatan, şehit, cennet -à tenasüp
Yedinci dörtlükte de “vatan” kavramı söz konusudur. Burada da “vatan” ile “şehitler” (şühedâ) arasındaki münâsebet üzerinde durulmuştur. Burada; “vatan”ın, “cân” ile “cânân”dan (sevgiliden) da üstün bir değer taşıdığı in SÖZ SANATLARI
Vatan à cennet ( benzetme)
Cennet, şehitler , Hüda, vatan à (tenasüp )
Şüheda fışkıracak à abartma
Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda à Aliterasyon ( a sesleri tekrarlanmıştır.)
ancı vardır.
Sekizinci dörtlükte, “din” söz konusudur. Mehmed Âkif’in Allah’tan istediği tek şey, mâbedine (ibâdet yerlerine) yabancıların elini dokundurmaması ve dinin temeli olan şeylere şehâdet (şâhitlik) eden ezanların yurdun üstünde ebedî olarak inlemesidir.

SÖZ SANATLARI
İlahi, mabet, namahrem, ezan, şehadet, din à tenasüp

Dokuzuncu dörtlükte konuşan, “şehit”tir. Din uğruna, vatan uğruna savaşan asker, kendi öldükten sonra ezanları, ezan seslerini işitirse, mezarından kalkarak, yarasından kanlar aka aka, bir ruh gibi yükselir ve başı arşa değer. İslâm inancına göre şehitler, doğrudan doğruya cennete giderler. Bundan dolayı onlar din ve vatan uğruna ölmekten korkmazlar.

SÖZ SANATLARI
Taşà mezar taşı / Kan à gözyaşı ( açık istiare )
Taşın secde etmesi à abartma

Onuncu ve sonuncu dörtlük; şiirde ortaya konulan fikir ve inançların bir nevî özetidir. Burada da milletin ölmeyeceği, ebedî olarak yaşayacağı inancı vardır.

Dil ve şekil bakımından şiire hâkim olan düşünce; kuvvet, güven duygusu, sağlamlık ve sâdeliktir. Bunlar Türk halkı ve askerinin temel vasıflarıdır.
SÖZ SANATLARI
Hilâl à bayrak ( ad aktarması)
Şafak-ilk dizedeki şafak à tezat
Hak:1) Adalet, doğruluk 21) Allah à Tevriye
Hilâl, izmihlâl, hürriyet, istiklâl, millet à tenasüp
TENASÜP: Anlamca ilgili sözlerin aynı dizede ya da aynı kıtada, beyitte kullanılmasıdır.
İÇERİK ÖZELLİKLERİ
TEMA ( ANA DUYGU) : Vatan, millet, bayrak sevgisi ve bağımsızlık tutkusu
KONU: Kurtuluş Savaşı, Türk tarihi, Türk ulusunun bağımsızlık uğruna neler yapabileceği, bağımsızlığın kazanılmasından duyulan coşku ve heyecan
ANA DÜŞÜNCE: Vatanımızı, milletimizi ve bayrağımızı sevmeli; bağımsızlık uğruna canımızı seve seve feda etmeliyiz.
BİÇİM ÖZELLİKLERİ
Biçim: Manzume
Tür : Şiir
Şiir Türü : Lirik ve epik şiir
Nazım Birimi: 9 dörtlük, 1 beşlik
ÖLÇÜ: Aruz ölçüsü
Fa i la tün // fe i la tün // fe i la tün // fe i lün

Sözleri Mehmet Akif Ersoy‘un bestesi Osman Zeki Üngör‘ündür. 12 Mart 1921‘de TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal Marşı olarak kabul edildi.
1924 yılında Ankara‘da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay‘ın bestesini kabul etti. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930′da değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Zeki Üngör’ün 1922‘de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe kondu.
Marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini İhsan Servet Künçer yaptı. Şiir 9 dörtlük ve 1 beşlikten oluşur. İlk iki dörtlük İstiklal Marşı’nın güftesi olarak söylenir.

16 Aralık 2009 Çarşamba

MEHMET AKİF ERSOY






İstiklâl Marşı şâiri. 1877 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Darülfünun ' da edebiyat dersleri veriyordu.
1893 senesinde Tophane-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı ismet Hanımla evlendi.
Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar.
Âkif, yazı ve şiirlerini hiçbir zaman geçim kaynağı olarak görmedi. Buna rağmen onu memlekete tanıtan, halka sevdiren asıl vasfı şâirliğidir.
Birinci Cihan Harbi sırasında Berlin ve Necid'e (Arabistan) gitti. Çanakkale harbi, onun Berlin seyahati sırasında meydana gelmiş, şâir o günlerin ıstırap ve heyecanını orada yaşamıştır. Şâir, bu iki seyâhatiyle ilgili Berlin Hatıraları ve Necid Çöllerinden Medîne'ye adlı eserlerini yazmıştır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
Zaferden sonra İstanbul'a geldi. Abbâs Halîm Paşanın dâveti üzerine 1923'te Mısır'a gitti. O kışı Mısır'da geçirip, baharda döndü. Artık her yıl kışı Mısır'da, yazı İstanbul'da geçiriyordu. Halîm Paşa geçimini karşılamayı taahhüt etti. Ertesi yaz İstanbul'a dönünce Diyanet İşleri Riyâseti tarafından Kur'ân-ı kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yıllarca çalıştı. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizliğini anlayarak vazgeçti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.

Şahsiyeti
: Mehmed Âkif'in Sırât-ı Müstakîm ve onun devâmı olan Sebîl-ür-Reşâd mecmuasında çıkan yüz kadar muhtelif makalesi, elli kadar tercümesi ve şiirleri vardır. Fakat Âkif günümüzün hatta Türk târihinin en önde gelen destan şâirlerinden biridir. Şiirleri edebiyat târihimizde büyük önem taşır.
Şiirlerinde bâzan düşünce, bâzan duygu ön plandadır. Aruzu en güzel şekilde kullanan şâirlerdendir. Şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adâlet, istiklâl gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlık, münâfıklık, korkaklık, dalkavukluk, tembellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücûm eder.
Mehmed Âkif yaşadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şâiridir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümidleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır. Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli, dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, câmi, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin odaları, oteller vs. şeklinde yaşadığı devrin bütün husûsiyetlerini aksettiren yerleri seçmiştir. Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı prensib edinmiştir. Müşâhade ve kompozisyona büyük önem vermiştir. Şiirinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya çalışmış, mübhem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır. Mehmed Âkif, muhtevâ yönünden edebî ekollerden realist, biçim verdiği değer bakımından parnasçı ve bâzı şiirlerinde de naturalist bir hava içindedir. Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya çalışmıştır. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gâyesidir.
Âkif, ahlâksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alır.
Şiirleri manzum hikâyeler, hitâbet şiirleri, lirik şiirler ve taşlama şiirleri şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlardan manzum hikâyeleri sosyal konulu, hitâbet şiirleri didaktik muht*******ı, lirik şiirleri vatanî, millî ve dînî coşkunluklarla dolu, taşlama şiirleri de şakadan hicve kadar uzanan tenkitleriyle doludur.
Mehmed Âkif şiirlerini çoğunlukla kuralsız nazım şekliyle yazmıştır. Vezin olarak yalnız aruzu kullanmış, ama heceye de karşı olmamıştır. Üslûbu, şiirlerindeki olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar. Süse ve yapmacığa kaçmadan yaşayan halk ifâdeleriyle kurulmuş, çekici bir anlatışı vardır. Halk dili ve üslûbunu hemen her şiirinde kullanmasına rağmen, bu konuda en çok muvaffak olduğu eseri Âsım oldu. Bol fiil ve sıfat kullandığı şiirlerinde aşırı sadelikten ve yapma dilden kaçınmış, Servet-i Fününcuların ağır ve cansız lisanından da uzak durmuştur.
Şiirlerinde tahkiye, tasvir, hitap, muhâvere gibi bütün anlatım yollarını başarıyla kullanmıştır. Bilhassa muhâvere (karşılıklı konuşma) anlatım yolu onun şiirlerinin en önde gelen özelliklerinden olmuştur. İç âhenk, daha çok lirik şiirlerinde görünür. Fazla mecaz kullanmaktan kaçınmıştır.


Memleketin sosyal meseleleri, şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın îlânıyla başlayan, meşrutiyet îlânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidârı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmış olması ve başsız kalarak herbirinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryâd edici şiirleri vardır.
Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da "Millî Şâir" ismini almıştır.



ESERLERİ

ŞİİR:
Safahat genel adı altında toplanan şiirleri şu 7 kitaptan oluşmuştur:

1.Kitap: Safahat (1911)
2.Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913)
4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914)
5. Kitap: Hatıralar (1917)6. Kitap: Asım (1924)
7. Kitap: Gölgeler (1933).
DÜŞÜNCE-ARAŞTIRMA:
Kastamonu Nasrullah Kürsüsü'nde (Millî Mücadele sırasında Nasrullah Camiindeki hitabesi, Elcezire kumandanı Nihat Paşa tarafından Diyarbekir Matbaası'nda bastırıldı, 1921),
Kur'an'dan Ayet ve Hadisler (Sebilürreşad'da çıkan yazılarından seçmeler. (Haz., Ö. Rıza Doğrul, 1944). ÇEVİRİ: Müslüman Kadın (Ferid Vecdi'den, 1909),
Honoto'nun İslâmiyete Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh'un Müdafaası (1915),
İçkinin Hayat-ı Beşerde Açtığı Rahneler (Abdülaziz Çaviş'den, 1934),
Anglikan Kilisesine Cevap (Abdülaziz Çaviş'den, 1924, bir bölümü Hazret-i Ali Diyor ki, 1959 ve Hazret-i Ali'nin Bir Devlet Adamına Emirnamesi, 1963, adlarıyla yayımlandı),
İslâmlaşmak (Said Halim Paşa'dan 1919), İslâmda Teşkilat-ı Siyasiye (Said Halim Paşa'dan Sebilürreşad'da tefrika, 1922),
Kur'an Tercümesi (Bu eser henüz bulunamadı. Bir rivayete göre döneminin hükümeti Kur'an yerine ibadette zorunlu tutar düşüncesiyle bu tercümeyi yapmaktan vaz geçti. Diğer bir rivayete göre ölürse yakılmak kaydı ile Camiü'l-Ezher alimlerinden Yozgatlı İhsan Efendi'ye bıraktı).
MEHMET AKİF ERSOY MÜZE EVİ
Mehmet Akif Ersoy Evi, zamanında Tacettin Dergahı olarak kullanılmaktaydı. Binanın selamlık bölümü, Tacettin Şeyhi tarafından İstiklal Savaşı yıllarında 1.T.B.M.M. Burdur mebusu Mehmet Akif Ersoy’ a tahsis edilmiş, şair İstiklal Marşının Şiir’ i başta olmak üzere bir çok şiirini burada yazmıştır.
Yapı 30 Ekim 1949’ da Şehir Meclisinin kararı ile “Mehmet Akif Evi “ adını almış ve müzeye dönüştürülmüş ise de uzun yıllar bakımsız ve harap kalmıştır. Üniversite Merkez Kampüsünün kuruluşu sırasında yapının eski durumuna sadık kalınarak onarımı sağlanmış ve yapı ziyarete açılmıştır.Üniversitenin 1982 yılında yapının yeniden onarılması için teşebbüse geçmesiyle, Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı ve bazı özel şahısların katkılarıyla onarım ve döşemesi tamamlanmış 27 Aralık 1984 günü yapılan bir törenle ziyarete açılmıştır.
Adres:
Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü Sıhhıye

Açık Günler : Hafta içi hergün
Açık saatler:10:30-12:00/14:00-16:00
Yüksek avlu duvarları ile çevrili olan yapının bahçesine büyük avlu kapısından girilmektedir. Bahçenin ortasında iki katlı ahşap bir Ankara Evi görülmektedir. Üst kata çıkan tahta trabzanlı merdiven boyunca Ersoy’ a ait fotoğraflar bulunmaktadır. Üst katta dinlenme ve toplantı odası bulunmaktadır. Evin en gösterişli olan toplantı odasının bahçeye bakan üç penceresinin önünde boydan boya sedirler, duvarlarında sedef kakmalı oymalar, şamdanlar ve gaz lambaları bulunmaktadır. Odanın tavanı, ortada kalem işleri ile süslü altıgen bir göbek bulunan yöresel Ankara tavanıdır.Mehmet Akif Ersoy'a ait cep saati, gözlük, tesbih, tüfek ve büyük şairin yüzünün kalıbı müzede teşhir edilen manevi değeri yüksek eserlerdir

5 Ocak 2009 Pazartesi

hayvanlar

Hayvan, canlılar dünyasının ökaryotlar (Eukaryota) üst âlemindeki hayvanlar (Animalia) âleminde sınıflanan canlıların ortak adıdır. "Hayvan" sözcüğü, günlük kullanımda esasen insan dışı hayvanları ifade etmek için kullanılırsa da biyolojik bağlamda insanı da içerir. Hayvanlar âleminin bilimsel ve Latince adı olan "Animalia" terimi ise yine Latince olan ve "yaşayan" ya da "ruh" anlamına gelen animadan türetilmiş animal sözcüğünün çoğuludur. Hayvanlar âlemini tanımlayan bir başka Latince bilimsel terim de Metazoa'dır.
Genellikle çevrelerine uyum sağlayan ve diğer canlılarla beslenen çokhücreliler alemidir. Vücutları, embriyonun bazı metamorfozlar geçirmesiyle gelişir. Ökaryotik çok hücreli organizmalardır. Besinlerini genel olarak sindirerek alırlar.
Hayvanların birçoğu hareketlidir ve bitkilerde tipik olan kalın hücre duvarları genellikle yoktur. Embriyonik gelişim esnasında büyük ölçülerde hücresel göçler ve doku organizasyonları görülür. Üremeleri primer (birincil) olarak seksüeldir; diploit kromozom taşıyan dişi ve erkekler mayozla haploit kromozomlu gametleri, bunlarda birleşerek diploid zigotu oluşturur.
1,5 milyondan fazla yaşayan türü tanımlanmıştır, fakat gerçek miktarın bazılarına göre 20 milyon, bazılarına göre de 50 milyondan fazla olduğu sanılmaktadır.